TÜRSAB seçim süreci turizmde tartışma yaratıyor
Şahin Öztop yazdı:
Kasım ayında yapılacak TÜRSAB 26. dönem başkanlık seçimleri öncesinde adaylar sahaya inerken, hazırlık süreci vaatler, toplantılar ve bürokrasi tartışmalarıyla sürüyor.

TÜRSAB Kongresi öncesinde seçim atmosferi hız kazandı. Delegeler, tüzük tartışmaları ve yoğun kulislerle seçim sürecine hazırlanıyor.
Kasım ayında gerçekleştirilecek 26. dönem TÜRSAB Başkanlık ve Yönetim Kurulu seçimleri için hazırlıklar hız kazandı. Adaylar sahaya inerken, seçim atmosferi vaatler, toplantılar ve kulislerle hareketlenmiş durumda. Şahin Öztop yazdı:
Kasım ayı yaklaşırken 26. dönem TÜRSAB Başkanlık ve Yönetim Kurulu seçim hazırlıkları hız kazanıyor. Adaylar sahaya indi; telefon trafiği, kahvaltı organizasyonları, bol keseden vaatler… Her şey tam gaz!
Tam da bu atmosferde, büyük usta Nejat Uygur’un sözü geldi aklıma:
“Seçim döneminde yüzümü geriyorum.”
Soranlara da cevabı hazırmış: “Kim ne derse gülüyorum.”Haklıymış usta. TÜRSAB seçimleri de aynen öyle; vaatler havada uçuşuyor, herkes herkesi güldürüyor. Ama sonunda gülen kim? Orası meçhul.
Seçim öncesi bölge temsil kurullarından gelen mesajlarla başlıyor süreç:
“Temsile yetkili olduğunuza dair belge/belgeleri ibraz edin.”İşte o belgelerle başlayan hazırlıklar, bir anda koca bir bürokrasi yığınına dönüşüyor. Bazı acentaların yol ve konaklama masrafları karşılanıyor, bazılarına ise “şartları zorluyoruz, çözeceğiz” deniliyor. Tüzük maddeleri ardı ardına hatırlatılıyor, 1618 sayılı yasa satır satır tartışılıyor. Herkes kendi yorumunu yapıyor.
Bazı üyeler bu süreci iş ya da eğlence gibi değerlendiriyor. Ancak TÜRSAB tüzüğünü iyi bilen delegeler kendini hiç yormuyor. Otel rezervasyonu, uçak bileti, transfer gibi masraflarını kendileri karşılayıp, her şeyi faturalandırarak “tüzük gereği” TÜRSAB’a gönderiyor. TÜRSAB da buna “hayır” diyemiyor. Çünkü bu giderler aidattan düşüyor.
Otele varışta akşam saatleri… Lobide bir uğultu başlıyor. Resepsiyon görevlileri sesleniyor:
“Kredi kartı teminat alacağız.”
Kimisi kartını uzatıyor, kimisi itiraz ediyor: “Ben kongreye geldim, ekstraları TÜRSAB ödesin.”Yorgunlukla dışarı çıkanlar yemek arayışına giriyor. Otel lobileri ise birer mini miting alanına dönüşmüş. Gruplar halinde toplanmalar, broşür dağıtımları, küçük tanıtım toplantıları… Herkes birbirini ikna etmeye çalışıyor. Kimisi dostane, kimisi hesapçı yaklaşıyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar temaslar sürüyor. Kimi sıcak, kimi sadece stratejik.
Ertesi sabah salona geçiyoruz. Kuyruklar uzun, hava gergin.
“Temsil belgesi nerede?”
“İmzaya yetkiniz var mı?”
“Aidatınız ödenmiş mi?”Aidat alırken kimse bu kadar belge istemez ama iş oy vermeye gelince birden herkes hukukçu kesiliyor.
İçeri girenlere TÜRSAB çantası dağıtılıyor. İçinde birkaç kitapçık, bir kalem, biraz da umut… Ama içerideki hava bir başka. Yüksek sesli konuşmalar, alevli tartışmalar, havada uçuşan tüzük kitapçıkları… Biri 1618 sayılı yasayı, diğeri iç tüzüğü hatırlatıyor. Kimi zaman buharlaşan saygı ortamı yerini ego yarışına bırakıyor.
Günün sonunda yorgunluk, Boğaz manzaralı bir otelde ya da tekne turunda atılmaya çalışılıyor. Sofralar kuruluyor, sabaha kadar süren sohbetler yapılıyor. Delegeler yine markaj altında. Konuşmalar bazen çok içten, bazen fazlasıyla taktiksel. Herkesin bir hesabı, herkesin bir planı var.
Ve pazar günü sandıklar kurulur, oylar kullanılır. Herkes son ana kadar yanında birini tutmaya çalışır. Fakat oylar atıldıktan sonra bir sessizlik olur. Artık kimsenin sana ihtiyacı kalmamıştır. “Delegesin” ama bir anda yalnız bir seyahatçiye dönüşürsün. Dönüş bileti, otelden çıkış, yemek masrafı… Her şey artık senin cebindendir.
Üstüne üstlük yüzlerce lira harcadığın takım elbise ya da özel kıyafet, üç yıl sonraki kongreye kadar dolapta kalır. Kendi kendine teselli bulursun:
“Bir düğün olursa belki giyerim…”Aylar sonra kapına bir yazı gelir:
“Aidat borcunuz bulunmaktadır. Şu tarihe kadar ödemezseniz, haciz işlemleri başlatılacaktır.”İşte o an anlarsın: O görkemli kongrelerin, otellerin, çantaların, tekne turlarının masrafı… Hepsi senin ödediğin aidattan karşılanmış.
“Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var benim,
Herkes yesin içsin kendi kesesinden, davetim var benim!”Bu sözler Silifke halk oyununda geçer ama TÜRSAB kongrelerinde başka bir anlam kazanır. Davulu çalan biz, tokmağı yiyen biz. Yayla meçhul, davetli ise her zaman aynı kişiler: acenteler.
TÜRSAB gerçeği budur.
İzleyenler için eğlence,
Yaşayanlar için tam bir ironi.Saygılarımla,
Şahin ÖZTOP – Mersin