Ahlakın siyaseti, siyasetin maliyeti: TÜRSAB seçiminde bir eşik

TÜRSAB başkan adayları Aylin Özsavaş ve Nezih Hacıalioğlu’nun açıklamaları, turizm sektöründe etik siyaset ve adil temsil konularını yeniden gündeme taşıdı.

Yayınlama: 07.11.2025 22:45
TÜRSAB seçiminde adalet ve temsil tartışmas
TÜRSAB seçiminde adalet ve temsil tartışmas


TÜRSAB seçiminde adayların açıklamaları, adalet, eşitlik ve temsil ilkeleri etrafında yeni bir tartışma başlattı. Aylin Özsavaş ve Nezih Hacıalioğlu dikkat çekti

Onurlu bir cümlenin politik ağırlığı

TÜRSAB başkan adayı Aylin Özsavaş’ın, “Velev ki seçilmesek de takipçisi olacağız” sözüyle başlayan açıklaması, sıradan bir seçim vaadi değildir. Bu cümle, seçilme hırsının ötesinde bir mesleki sorumluluk bilincine işaret ediyor. Benzer biçimde aday Nezih Hacıalioğlu’nun, “Bu genel kurul iptal edilecek, çünkü üyeye haksızlık var” çıkışı, koltuğu değil ilkeleri önceleyen bir meydan okuma niteliğindedir.

Günümüz Türkiye’sinde bu tür cümlelerin değeri, sadece bir meslek örgütünün iç tartışmasını değil, temsilin anlamını yeniden tanımlama çabasını da içerir. Çünkü iki aday da “kazansak da kaybetsek de adaletin peşindeyiz” diyerek, siyasetin alışıldık menfaat döngüsünü tersine çevirmeyi denemektedir.

TÜRSAB seçiminde tartışılan konu ne?

TÜRSAB, 10 bini aşkın üyesi ve 34 bölgeye yayılmış Bölge Temsil Kurulu (BTK) yapısıyla Türkiye turizm sektörünün en örgütlü kurumsal gücüdür.
7 Kasım 2025’te yayımlanan duyuruya göre, İstanbul dışından genel kurula katılacak üyelerin konaklama giderlerinin KDV hariç 8 bin TL’ye kadar karşılanacağı, kara yolu otobüs organizasyonlarının Birlik bütçesinden ödeneceği, ancak havayolu ulaşımının kapsam dışı bırakıldığı bildirildi.

Bu teknik görünen karar, aslında seçim adaleti ve katılım eşitliği konularını doğrudan etkileyen bir düzenleme anlamına geliyor. Çünkü TÜRSAB seçimlerinde oy kullanma hakkı yalnızca fiilen katılan delegelere tanınıyor. Dolayısıyla ulaşım türü, mesafe, konaklama koşulları gibi görünüşte idari ayrıntılar, fiili katılım oranını belirleyen ana değişkenler haline geliyor.

Katılım maliyeti! Bir uçak biletiyle ölçülen demokrasi

Siyaset biliminin “katılım maliyeti (cost of participation)” dediği kavram, bir seçmenin oy kullanmak için katlanmak zorunda olduğu ekonomik, zamansal ve lojistik yükü anlatır.
Ekonomi politikçisi E. Cantoni’nin 2020’de yayımladığı araştırmaya göre, sandığa giden yolun sadece 400 metre uzaması bile katılımı yüzde 2–5 arasında azaltabiliyor.

TÜRSAB örneğinde bu mesafe kilometrelerle değil, şehirlerle ölçülüyor. Diyarbakır’dan, Van’dan ya da Trabzon’dan İstanbul’a gelmek yalnızca 1000 kilometrelik bir yol değil; tüm etkinliği ile iki gece yolculuk, iş kaybı ve konaklama gideri demek.
Havayolu desteği kapsam dışı bırakıldığında, mesafe eşitsizliği mali eşitsizliğe dönüşüyor.
Bu durum, seçimde kimin oy kullanabileceğini, dolaylı biçimde kimin kazanabileceğini etkileyen yapısal bir faktöre dönüşür.

İstemcicilik ve örgütsel sadakat ilişkisi

Siyasal iktisat literatürü, özellikle Leonard Wantchekon ve Pedro Vicente’nin Afrika seçimleri üzerine yaptığı saha deneylerinde, seçim süreçlerinde istemcicilik (clientelism) ve oy satın alma (vote buying) olgularının en çok “kaynağı elinde tutan” aktörleri güçlendirdiğini göstermiştir.

İstemcicilik, seçmen desteğini bireysel faydayla takas eder; yani “gel, sana şu imkânı sağlarım” cümlesiyle şekillenir. Oy satın alma ise doğrudan ya da dolaylı maddi transferlerle tercih yaratır.
Her iki durumda da ortak payda, eşitsiz bilgi ve asimetridir.

TÜRSAB’ın mevcut duyurusunda kara yolu organizasyonlarının BTK listeleri üzerinden yapılması, sahadaki temsil kurullarına belirleyici bir güç tanıyor. Bu, teknik olarak bir planlama adımı olsa da listeye giremeyenlerin erişim dışı kalması riskini doğuruyor.
Eğer bu listeler şeffaf biçimde yayımlanmaz, kimlerin nasıl seçildiği açıklanmazsa; fiilen istemcici bir dağıtım mekanizması doğar.
Yani görünüşte bir “yardım” olan şey, davranışsal olarak “ödüllendirme”ye dönüşebilir.

Onurlu söylem, yapısal adaletin başlangıcı mı?

İşte bu noktada Aylin Özsavaş ve Nezih Hacıalioğlu’nun açıklamaları yalnızca kişisel değil, kurumsal etik tartışmasını başlatıyor.
Özsavaş, “velev ki seçilmesek de takipçisi olacağız” diyerek siyasetin çıkar alanını değil, sorumluluk alanını işaret ediyor.
Hacıalioğlu’nun “gerekirse genel kurulu iptal ettireceğiz” çıkışı da bir hukuki denetim çağrısı olarak okunmalı.

Her iki söylem, seçimin kendisinden çok seçim sürecinin adaletine odaklanıyor.
Bu tavır, literatürde “prosedürel adalet” olarak tanımlanan bir değerle örtüşür.
John Colquitt’in 2001’de geliştirdiği örgütsel adalet ölçeğinde, prosedürel adalet algısı kuruma olan güvenin en güçlü belirleyicisidir.
Dolayısıyla adayların “eşitlik” vurgusu, yalnızca retorik değil, kurumsal meşruiyet açısından da belirleyici bir savdır.

Biçimsel eşitlik, maddi eşitsizlik

TÜRSAB yönetimi, havayolu desteğini kaldırma gerekçesi olarak “yüksek maliyet” ve “eşitsizlik yaratma riskini” gösteriyor.
Ancak burada literatürün net bir uyarısı var: Eşit kurallar, her zaman eşit sonuç doğurmaz.
Coğrafi olarak dengesiz bir örgüt yapısında, biçimsel eşitlik maddi eşitsizliği derinleştirebilir.
Bu nedenle çözüm, “herkese aynı miktar” değil, katılım etkisini eşitleyen bir yöntemdir.
Örneğin kilometre bandına göre sabit tavan belirlemek, mesafeye duyarlı bir dengeleme sağlar.

TÜRSAB, bu düzenlemeyi yaparken yalnızca muhasebe denkliğini değil, temsilde adaleti gözetmek zorundadır. Çünkü demokrasi, maliyet hesabı değil, erişim hesabıdır.

Yeni bir örgütsel kültür mümkün mü?

TÜRSAB seçimleri bugün sadece bir yönetim değişikliğinin değil, kurumsal kültürün sınandığı bir aşamaya dönüştü.
Yıllardır sektörde dile getirilen “üyenin sesi duyulmuyor” eleştirisi, bu seçimde somut bir sınavla karşı karşıya.
Adayların gösterdiği etik tavır, kişisel çıkardan feragat ederek kamusal çıkarı öne çıkarma örneği olarak önem taşıyor.
Bu yaklaşım, uzun süredir Türkiye’de meslek örgütlerinde görmeye alışık olmadığımız erdemli siyasetin izlerini taşıyor.

Katılımın onuru, temsilin ahlakı

TÜRSAB seçiminde asıl mesele, kimin kazanacağı değil, nasıl bir yolun tercih edileceğidir.
Birlik, üyelerinin parasını yönetirken aynı zamanda güvenlerini de yönetmektedir.
Eğer seçim süreci her üyenin eşit koşullarda katılımını sağlayamıyorsa, kazanan kim olursa olsun, kaybeden kurumsal meşruiyet olur.

Aylin Özsavaş’ın sakin kararlılığı ve Nezih Hacıalioğlu’nun sert hukuki tutumu, aynı eksende birleşiyor: adalet ve şeffaflık talebi.
Bu iki tutum, rakip değil, tamamlayıcıdır.
Ve belki de bu yüzden, TÜRSAB seçimleri Türkiye’de “mesleki siyasetin ahlakı” üzerine yeni bir sayfa açabilir.

Çünkü kimi zaman en devrimci cümle, “seçilmesek de takipçisi olacağız” diyebilmektir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.